Türkiye’deki Üniversiteler Gençlere Ne Vaat Ediyor?
Türkiye’de 2024-25 akademik yılı için yerleştirme sonuçları açıklandı, 1 milyona yakın öğrenci üniversiteye yerleşti ve üniversiteler yeni öğrencilerini karşılamaya hazırlanıyor. Ancak, birçok genç ve onların aileleri için bu dönem, heyecanla olduğu kadar belirsizlik ve yeni mali yüklerle de dolu ne yazık ki. Özellikle üniversitesi başka şehirde olan öğrenciler için barınma giderek artan bir sorun. Genel kanı bir öğrencinin gerekli başarıyı gösterip üniversiteye girmeyi hak etmesi gerektiği yönünde olsa da, konuyu tersten ele alıp şunu sormak istiyorum: Üniversitelerimiz gerçekten bu gençlerin emeklerini ve üzerlerindeki mali yükü hak ediyor mu? Ya da bunun karşılığını verebiliyor mu?
Türkiye’de Üniversite Eğitimine Talep
Türkiye’de de üniversite eğitimine olan talep son yıllarda hiç olmadığı kadar yüksek. Özellikle 2012’de zorunlu eğitimin süresinin on iki yıla çıkarılmasından sonra yükseköğretime olan talebin artması doğal bir sonuç. Liseyi tamamlamak üniversite için ön koşul olduğuna göre ne kadar fazla lise mezunu, o kadar üniversite adayı demek. Fakat değişim 2012 sonrasına özgü değil, Türkiye’nin yükseköğretim manzarası son otuz yılda belirgin bir şekilde değişti. YÖK verilerine göre 1993-94 akademik yılında Türkiye’de toplam 1 milyon 122 bin üniversite öğrencisi bulunuyordu. Bu sayı 2023-24’te 7 milyon 81 bin oldu. Bu, otuz yılda 6 kattan fazla bir artış anlamına geliyor. Tabii bu öğrencilerin tümü örgün lisans öğrencisi değil, önlisans, açıköğretim, uzaktan öğretim, lisansüstü eğitim dahil. Açıköğretim ve uzaktan öğretim hariç lisans öğrenci sayısı ise 2023-24 yılında 2,5 milyon. Otuz sene öncesinin (yarım milyon) 5 katı. Dolayısıyla açıköğretim dışarıda bırakıldığında bile önemli bir artıştan söz ediyoruz. 2023-24’te 2,5 milyon örgün lisans öğrencisinin yarım milyonu ise vakıf üniversitelerinde öğrenim görüyor. Dolayısıyla vakıf üniversiteleri de %20 gibi azımsanmayacak bir paya sahip.
Bu yıl Temel Yeterlilik Testi (TYT) için aday sayısı 3 milyonun, Alan Yeterlilik Testleri (AYT) için 2 milyonun üzerinde. Bu adayların 1,5 milyon civarı ilk defa sınava giriyor. Yerleşen öğrenci sayısı ise 1 milyona yakın.
Maddi Yük Ailelerin ve Gençlerin Üzerinde
Türkiye’de devlet üniversitelerinde öğrenim genel kural olarak ücretsiz olmakla birlikte, üniversite eğitimi almak oldukça masraflı. Mevcut koşullarda üniversite eğitimi için aileler, burs veren kurumlar, gençlerin kendileri ekonomik olarak her zamankinden fazla eziliyor. Pek çok genç için barınma ve beslenme sorunu çözülemediği için kültürel etkinliklere, sanata, gezmeye, eğlenmeye, spora ayrılacak bir bütçe bulunmuyor.
Üniversitelerin Nitelik Sorunu
Ne yazık ki, büyük mali zorlukları aşarak üniversite eğitimine başlamak, Türkiye’de nitelikli bir eğitim almayı garanti etmiyor. Üniversitelerin durumunu daha iyi anlamak için bazı verilere bakacak olursak, 2024 yılında Türkiye, küresel bir sıralama olan Times Higher Education (THE) Dünya Üniversite Sıralamaları'na katılan üniversite sayısı bakımından kendi rekorunu kırdı. Ancak değerlendirmeye katılan 97 üniversiteden sadece 75’i sıralama için uygun bulundu, diğerleri ise “raportör” olarak sınıflandırıldı. Ayrıca sıralamaya giren üniversitelerden sadece 8’i dünya genelinde ilk 800’e girebildi, geri kalan 67 üniversite 801. sıranın altında yer aldı.
THE sıralamalarında kullanılan ölçeklerde biri "öğretim" (teaching) ölçeği. Bu ölçekle, çeşitli göstergeler baz alınarak üniversitenin öğrenme ortamı değerlendiriliyor. Dikkate alınan göstergeler arasında üniversitenin öğretim alanındaki saygınlığı, öğrenci-öğretim üyesi oranı, doktora öğrencisi-lisans öğrenci oranı gibi çeşitli veriler yer alıyor. Türkiye’den katılan üniversiteler için ortalama “öğretim” puanı yaklaşık yaklaşık 20 (100 üzerinden). Karşılaştırma olması açısından, THE 2024 sıralamasındaki Almanya üniversitelerinin ortalama “öğretim” puanı 42.
Ayrıca, Türkiye’de birçok üniversitede nitelikli öğretim elemanlarının kıtlığı da giderek daha çok gündeme gelen bir tartışma konusu. Mustafa Kömüş’ün BirGün’deki yazısına göre, Türkiye’de 6.000’den fazla akademik bölüm arasında 1.453’ünde tek bir profesör bile yok. Hukuk ve mühendislik gibi gözde alanlarda da durum böyle. Örneğin, Kömüş’ün bulgularına göre, Türkiye’de altı hukuk fakültesinde tek bir profesör dahi bulunmuyor ve 100’den fazla mühendislik bölümünde de profesör yok.
Dahası, var olan öğretim elemanlarının yeterlilikleri de tartışma konusu. Voice of America’nın bir röportajında, ODTÜ’den Prof. Dr. Ural Akbulut, Türkiye’de akademik unvanların liyakatsiz bir şekilde şişirilmesi gibi endişe verici bir duruma dikkat çekiyor. Akbulut, bazı üniversitelerde, uluslararası yayın yapmamış, uluslararası konferanslara katılmamış ve doktora tezleri bile dünyanın başka hiçbir yerinde kabul edilmeyecek nitelikteki kişilerin profesör, dekan, hatta rektör olarak terfi ettirildiğini belirtiyor.
Bedeli Gençler Ödüyor
Eğitimin niteliğinden (ya da niteliksizliğinden) sorumlu olanlar gençler olmadıkları halde, bedeli daha çok onlar ödüyor. Türkiye’de birçok üniversite yukarıda bahsedildği gibi öğretim konusunda düşük standartlara sahipken, sunulan bu eğitimin çıktılarından genellikle üniversiteler ya da eğitim sistemi değil de öğrenciler sorumlu tutuluyor. Üniversite diplomasını alıp işe girmek isteyen gençlerden, onlara aslında hiç sunulmamış olan nitelikte bir eğitimin çıktıları bekleniyor. İş yaşamına uygun teknik ve “yumuşak” becerileri geliştirmiş olmaları bekleniyor. Yükseköğretimde nitelik sorunu kurumların ve sistemin sorunu olduğu halde, sorun gençlerin kendilerindeymiş gibi davranmaktan çekinmeyenlere rastlanıyor. Üniversite diplomasının değeri düşerken, sanki sorun onlardaymış gibi gençler değersizleştirilebiliyor.
Son Olarak…
Türkiye’de yükseköğretimin gençlere ne sunduğunu eleştirel bir şekilde incelemek sorumluluğu doğru yere yükleyip gençleri daha fazla haksızlığa uğratmamak için önemlidir.
Türkiye'de üniversite eğitimi devlet üniversitelerinde genel olarak ücretsiz olsa da, hem üniversiteye hazırlanmak, hem de eğitim ve yaşam masrafları öğrencilere büyük bir finansal yük getiriyor. Özellikle büyük şehirlerde artan kiralarla ve yurtların yetersizliğ nedeniyle barınma sorunu giderek artıyor.
Tüm bu finansal zorluklarla mücadele eder ve eğitim sistemindeki sorunlardan birinci derecede olumsuz etkilenirken, öğrenciler sorumlu olmadıkları ve kontrol edemedikleri problemler için de haksız yere suçlanıyorlar. Üniversite diplomasının değeri düşerken, özellikle iş yaşamının beklediği becerileri geliştirmedikleri gerekçesiyle eğitim sistemi yerine gençler yargılanıyor.
Dolayısıyla soru baki: Türkiye’de üniversiteler gençlerin emeklerinin ve üzerlerindeki mali yükün karşılığını verebiliyor mu?
Not 1: Türkiye’de zorunlu eğitim çağında net okullulaşma ise %100 değil. Net okullulaşma oranı 14-17 yaş için %94,5. Dolayısıyla yoksulluk, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, engellilik vb. nedenlerle zorunlu eğitim hakkı sağlanmamış olanlar üniversite eğitimi için zaten baştan elenmiş oluyorlar. Bunu fark etmek, Türkiye’de her gencin üniversiteye en azından aday olmaya hak sahibi olduğu yanılgısına kapılmamak için önemli.
Not 2: Time Higher Education (THE) ve benzeri kurumların yaptıkları sıralamalar metodolojik olarak da felsefesi açısından da eleştiriliyor; buna rağmen mevcut durumda genel bir değerlendirme için yararlı bir veri sunuyor.